LAO TZU diyor ki:

Bir insan doğduğunda yumuşak ve sert; öldüğünde, sert ve bükülmez. Bitkiler canlıyken yumuşak ve esnektir; öldüklerinde sert ve kuru. Bu yüzden sertlik ve bükülmezlik, ölümün yoldaşlarıdır, yumuşaklık ve narinlik hayatın yoldaşları.

Bu yüzden; bir ordu sertleşince savaşı kaybeder. Bir ağaç sertleşince kesilir. Büyük ve güçlüler aşağıya aittir. Narin ve güçsüzler yukarıya.

Hayat bir nehirdir, bir akıştır, başlangıcı ve sonu olmayan bir sürekliliktir. Bir yere gitmez, her zaman oradadır. Bir yerden başka bir yere gitmiyor, daima buradan buraya geliyor. Hayat için tek zaman şimdi ve burası. Varma çabası yok varılacak bir şey yok. Ele geçirme çabası yok. Koruma çabası yok, çünkü kendisinden sakınılacak bir şey yok. Sadece hayat var, tek başına, tamamen tek başına; tek başınalığında güzel, tek başınalığında ihtişamlı.

Hayatı iki türlü yaşayabilirsin: Onunla akabilirsin; o zaman sen de ihtişamlısın; bir zarafetin var, şiddetsizliğin zarafeti; kavgan yok, mücadelen yok. O zaman güzelsin; çocuksu, çiçeksi, yumuşak, narin, çürümemiş.

İki olasılık var. Birincisinde, hayatla mücadele edebilirsin, hayata karşı özel hedeflerin olabilir. Ve bütün hedefler özeldir, bütün hedefler kişiseldir. Hayata kendi kalıbını, sana ait bir şeyi dayatmaya çalışıyorsun. Hayatı seni izlemesi için sürüklemeye çalışıyorsun ve sen sadece küçük bir parçasın, minik, küçücük ve bütün evreni kendinle sürüklemeye çalışıyorsun. Elbette yenilgin kaçınılmaz. Zarafetini kaybetmen, sertleşmen kaçınılmaz.

Mücadele sertlik yaratır. Savaşı şöyle bir düşün, o bile gizli bir sertlik getirir sana. Direnmeyi düşün, çevrende bir kabuk oluşur, seni bir koza gibi sarar. Belirli bir hedefin olması fikrinin kendisi seni bir ada yapar; artık dev hayat kıtasının parçası değilsin. Ve hayattan ayrı düştüğün zaman topraktan ayrı düşen bir ağaç gibisin. Geçmişte aldığı besinle biraz daha yaşayabilir ama aslında ölmektedir. Ağacın köklere ihtiyacı var, toprakta olmaya ihtiyacı var, onunla birleşmeye, onun parçası olmaya.

Hayat kıtasıyla birleşmeye ihtiyacın var, parçası olmaya, içine kök salmaya. Hayatın içine kök salmaya. Hayatın içine kök saldığın zaman yumuşaksındır çünkü korkmazsın. Korku sertlik yaratır. Korku güvenlik fikrini yaratır. Ve hiçbir şey korku kadar öldürücü değildir, çünkü sadece korku fikriyle bile topraktan ayrılırsın, köklerin ayrılır.

Gelecek sana ümit veriyor, geçmiş sana besin veriyor ve ikisinin tam ortasında sonsuzluk var, hayatın ta kendisi ve onu kaçırıyorsun. Geçmişle geleceğin ortasında ölüyorsun, yaşamıyorsun.

Var olmanın bir yolu daha var; aslında tek yolu bu çünkü savaşma yolu, var olma yolu değil. Diğer yol nehirle birlikte akmak, onunla öylesine birlikte akmak ki, artık ayrı olduğunu ve onunla aktığını hissetmemek. Hayır, onun parçası olmak, sadece parçası olmak da değil, içine gömülmek; artık nehir oldun ayrılık yok. Savaşmadığın zaman hayat olursun. Savaşmadığın zaman büyüdün, sonsuzluk oldun. Doğuda bu durum; teslimiyet, güven olarak bilinir. Kendi bireysel zihnine değil, bütüne güvenmek. Parçaya değil bütüne güvenmek. Zihne değil varoluşa güvenmek. Teslim olduğun zaman bir anda yumuşarsın; çünkü sert olmaya ihtiyaç kalmaz. Savaşmıyorsun, düşmanlık yok. Korumaya gerek yok, zaten hayatla birsin.

Lao Tzu teslim olma taraftarı. Diyor ki, “Hayata teslim ol. Hayatın seni götürmesine izin ver, hayatı götürmeye çalışma; bırak hayat seni yönlendirsin, kontrol etsin. Bırak hayat seni ele geçirsin. Sadece teslim ol, “Ben yokum” de. Hayata tam güç ver ve onunla ol.

Bu kolay değil, çünkü ego der ki “O zaman ben neyim?” Teslim olunca ben artık yokum.” Ama ego olmadığında, aslında ilk defa sen varsın. İlk defa olarak sen sınırlı değilsin, sınırsızsın. İlk defa olarak sen beden değilsin, bedensizsin, sonsuzluksun, o da sürekli genişliyor; başlangıcı ve sonu olmaksızın.

Lao Tzu diyor ki, hiç kimse ol, o zaman sonsuz hayat senin içinden akar. “Birisi” olmak hayatın akışına engel yaratır. Hiç kimse olmak; dev bir boşluk, her şeye izin verir. O zaman bulutlar, yıldızlar senin içinden geçebilir. Ve hiçbir şeyin yoktur çünkü kaybedebilecek her şeyi zaten sen teslim ettin.

Böyle bir varoluş durumunda insan daima gençtir. Beden elbette yaşlanır ama varlığın en derinindeki öz genç kalır, taze kalır. Ve esas nokta da bu: Hayata izin verirsen daha çok hayatın olur. Kendine canlı olma izni verirsen daha da çok hayatın olur.

Bir insan doğduğunda yumuşak ve güçsüzdür.

Lao Tzu şu konuda ısrarcı: “Hayat güçlü olmaya inanmaz. Güçsüzlüğün kendi güzelliği var çünkü narin ve yumuşak. Bir fırtına kopar; büyük, güçlü ağaçlar devrilir. Küçük bitkiler sadece eğilir; sonra fırtına geçer, yine gülüp çiçek açmaya devam ederler. Aslında fırtına onları tazelemiş, tozlarını almıştır, o kadar. Şimdi daha canlılar, daha genç, daha taze ve fırtına onları güzelce yıkamıştır. Ama yaşlı ağaçlar, çok güçlü olanlar devrildi, çünkü onlar direndi. Eğilemezlerdi; çok egoisttiler.

Lao Tzu diyor ki, “Hayat güçsüzleri sever.” İsa da “Güçsüzler kutsanmıştır çünkü yeryüzü onların olacak.”

Güçsüzlükte kutsanmış olan ne var? Güçsüzlüğün içinde bir şey vardır; sert değildir o. Güçlü olmak için insanın sert olması gerekir. Güçlü olmak istiyorsan akıntıyla savaşmalısın; ancak o zaman güçlenirsin. Güçlü olmanın başka yolu yoktur. Nehir seni ne kadar zorlarsa, o kadar güçlenirsin. Güçsüz olmak için nehirle birlikte ak; onun gittiği yere git. Eğer nehir “Benimle bir mil git.” derse iki mil git. Nehir paltonu alırsa gömleğini de ver. Nehir sana bir tokat vurursa, öbür yanağını çevir.

Güçsüzlüğün kendi güzelliği var. Bu, zarafetin güzelliği. Bu, şiddetsizliğin güzelliği. Bu, sevginin, bağışlayıcılığın güzelliği. Çelişkisizliğin güzelliği. Ve eğer Lao Tzu anlaşılmazsa, insanlık Lao Tzu’ yu hissetmeye başlamazsa, insanlık barış içinde yaşayamaz.

Osho – Yakınlık